Her şey güllük gülistanlık diyebildiğimiz bir hayatı nasıl tasavvur ederiz sizce? Önce kendimize bir soralım; bu hayattan ne istiyoruz? Bu hayata ne veriyoruz? Doğduğumuz bedeni ve yeri seçemediğimiz gerçeğini değiştirmeden, şartlarımızın içinde ne kadar doğru bir insan olabiliyoruz? Bir toplumda yaşadığımız gerçeğini dikkate alarak; dürüst, çalışkan ve saygılı olabiliyor muyuz? Genel geçer kurallara uyduğumuzun onayını verebilirsek eğer ikinci aşamaya geçebiliriz.
Gerçek şu ki hayata bakışımız maalesef bulunduğumuz sınıfa göre şekil alıyor. Ya bankaların kredi illetinin içine düşmüş, geçen ayın borcunu bu ayın kredisiyle kapatırken eve alacağımız patatesin gramajını hesaplıyor; borca alınan umutlarla, mutluluklarla gözden çıkaracağımız ilişkileri, eşyaları tartıyoruz. Ya da milyonluk gelir gider hesapları yapan bir CEO olarak para akışından çıkacak kar marjını hesaplarken edineceğimiz yeni model aracı konuşuyor oluyoruz. Bu güçlü olma mücadelesinde durmadan zarar gören ruhumuzu yapay biat gösteren insanlarla dengelemeye çalışıyoruz.
Sınırların ve sınıfların olduğu bir sistemin çarklarında bedenimize dişlerini geçirip çiğneyen düzene su gibi girdiği kabın şeklini alarak, oluşan her doğal seleksiyona teslim ediyoruz.
“hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
kitap ve kalp çalmak serbestti,
içimizden bir şey tut dendiğinde en çok aşk,
dışımızdan bir şey tut dendiğinde en çok devrim tutardık,
hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
okur nazar değil okur yaşardık,
cimri değildik hayallerimizde,
işaret ve itiraz parmağını yitirmeyen çocuklardık,
hangi zamanlar derseniz işte o zamanlar,
çokta az, azda çoktuk. “
Sezai Sarıoğlu’nun dizeleri beni çok etkiliyor, ya itiraz edebilmeyi yaşamadığım zamanlar var, ya da yaşadığımı zannettiğim hafızamdan silinen zamanlar. Yaşadığımız süreçler sonrasında oluşan bildiğim en kesin şeyse; orta yaşlı akranlarımın yaşama sarhoşluğuna ve orta direklerin eridiği bu günlere itirazım var.
Peki sizin neye itirazınız var?